“Sen olsan, senin gibi biri ile gerçekten çalışmak ister miydin?”
Tüm girişimcilerin ve yöneticilerin bir söylemi var; “nitelikli iş gücü bulamıyoruz.” Haklılar mı? Evet haklılar. Büyük oranda eğitim sisteminden kaynaklanan nitelikli iş gücü yetiştirme gibi bir sorunumuz var. Yetkinlik odaklı olmayan mevcut eğitim sistemi, sadece teknisyen/tekniker pozisyonundaki kişilere yetkinlik kazandırmada sorun çıkarmıyor. Girişimciler, patronlar ve yöneticiler de bu sorun üreten eğitim sisteminden geçiyor. Yani onların da niteliklerinin ve yönetsel yetkinliklerinin sorgulanması gerekiyor.
Sanki bu nitelikler, sadece çalışanlarda eksikmiş gibi davranılıyor. Hangi şirkete eğitim yapmaya davet
edilsem, hemen hemen bütün patron ve yöneticiler sorunları bir şekilde çalışanların eksik nitelikleri
üzerinden değerlendiriyor. Oysa girişimcilerin ve yöneticilerin niteliklerinin daha fazla sorgulanması
gereken bir süreçten geçiyoruz. İş hayatında yaşanılan sorunları, çalışanların eksik niteliklerine
bağlayarak değerlendirme kolaycılığından artık uzaklaşmaya başlamak gerekiyor.
Teknik bir konuda uzman olmanın, o teknik işi organize edebilmek ve yönetebilmek anlamına
gelmediğini kavramak zor olmasa gerek. Mesleki bilgi ve tecrübe anlamında iyi bir mühendis, mimar,
doktor, avukat vs. olmanın veya bir şekilde iş kurup para kazanıyor olmanın, iyi bir girişimci ve
yönetici olmak için yeterli olmadığını anlayabilecek kadar ciddi tecrübelere sahip olduğunuzu
düşünüyorum.
Burada hemen şunu belirtmeliyim ki, ülkemizdeki girişimci ve yöneticilerin çoğu teknik uzmanlar veya
mirasçılar. Yani “Ben bu işi biliyorum. Niye kendime iş kurup girişimci olmayayım” diyerek iş kurmuş
insanlar ya da aile şirketlerinde ikinci kuşak olarak işin başına geçmiş insanlar.
Genel durum böyle olunca, patron ve yöneticiler, işin tekniğini piyasada iş yapabilecek kadar da olsa
çok iyi biliyorlar. Profesyonel yönetim tekniklerini bilmeden de iş üretip para kazanabiliyorlar. Ancak
işler büyüyüp geliştikçe, müşteri ve personel sayısı artıkça ve iş sonuçları ellerinin menzilinden
çıkmaya başladıkça teknik bilginin yeterli olmadığını anlamaya başlıyorlar. Meselenin sadece ürünü
veya hizmeti üretip satıp para kazanmaktan ibaret olamayacağını kavrıyorlar. Arada yapılması gereken birçok konunun atlandığını fark etmeye başlıyorlar. Bu noktadan sonra artık sistem liderliği, strateji
yönetimi, insan yönetimi, kriz yönetimi, iletişim yönetimi, performans yönetimi ve motivasyon
yönetimi gibi kavramlar varlığını iyice hissettirmeye başlıyor.
Bugün iş dünyasında yaşanan patron, yönetici ve çalışan niteliklerindeki eksiklikler de bu süreçlerde
kendini göstermeye başlıyor. İşlerin büyümesi ile birlikte iş süreçlerinde daha büyük karmaşıklıkların
meydana gelmesi, strateji, iletişim, performans ve motivasyon sorunları yaşatmaya başlıyor.
Ancak bu sorunlar ele alınırken ve çözüm üretilirken, başta da değindiğim gibi en çok çalışanların
nitelikleri konuşuluyor. İstisnalar hariç, patron ve yöneticilerin çoğu yüzleşmeleri gereken zayıf
yönetsel yetkinlikleri olduklarını bile düşünmüyorlar. Bu sorunların kaynağında kendilerinin de
oldukları gerçeği ile karşılaşmak egolarını yaralıyor. Hatta bunu ima eden kişilerden ve
danışmanlardan bile köşe bucak kaçıyorlar.
İşlerin büyümesi ile birlikte elde edilen finansal başarılar, daha büyük ofislere taşınmayı, çok iyi dizayn edilmiş makam odalarında oturmayı, lüks makam araçları kullanmayı, pahalı kıyafetler giyebilmeyi, istedikleri birçok şeye sahip olabilmeyi beraberinde getiriyor. Bu gücün, patron ve yöneticilerin iç dünyalarında oluşturduğu bir sahte benlik durumu söz konusu olabiliyor. Kabul etmeleri zor biliyorum ama patron ve yöneticilerin çoğunda “zehirli ego” olarak ifade etiğim bu durum söz konusu maalesef.
İşte bu “zehirli ego” birçok patron ve yöneticinin profesyonelleşmesinin ve kurumsallaşmasının
önündeki engel olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bu zehirli ego gerçeklerle yüzleşme süresini uzatıyor.
- Ortak aklı kullanarak daha gerçekçi stratejiler üretebilmeyi,
- İş süreçlerini hızlandıran kurum içi iletişimi artırabilmeyi,
- Adil bir yetkinlik odaklı performans sistemi kurabilmeyi ve
- Nitelikli insanların artması ve kurumda çalışmaya devam etmesi için gerekli motivasyon
kültürünü oluşturabilmeyi geciktiriyor. Hatta bunları konuşup gerekli çalışmaları yapmayı bile
engelliyor.
Bu zehirli egoya kendini kaptıran patron ve yöneticilerin çoğunun “gücün kültüründen” mahrum
kalmaları, onları “olmak” yerine “görünmek” çabası içinde tutuyor. Bütün sorunların çözümünün
kendisinden başlayacağı bilinci ile profesyonel bir “patron ve yönetici olmak” için kendisine eğitim ve
kültür yatırımı yapmak yerine, zehirli egosu ile birlikte zayıf liderlik, iletişim, performans yönetme ve motivasyon yetkinliklerine rağmen, sistemsiz bir organizasyonda kasıla kasıla talimatlar vererek
“patron ve yönetici görünmeyi” tercih ediyor.
Burada patron ve yöneticilere tavsiyem, olmak ile görünmek arasındaki farkı anlayabilecek kadar bir iç
yolculuğa çıkmak olacak. Bu farkı kavrayabilecek kadar bir okuma programından ve eğitimlerden
geçmelerini tavsiye etmek isterim.
Evet patron ve yöneticiler, kimsenin yapamadığı şeyleri yapmaya cesaret eden sıra dışı insanlar. Çoğunun hem kendileri için hem de yaşadıkları ülkeleri için ciddi hayalleri ve hedefleri var. Ömürleri gece gündüz zor şartlarda şirketlerini ayakta tutmakla geçiyor, batıyorlar çıkıyorlar, çalışanları tarafından nankörlük görüyorlar, hüsranla biten ortaklıklar yapıyorlar, yakın aile üyeleri tarafından bile anlaşılmakta zorlanıyorlar, kendilerini ezilmiş ve değersiz hissettikleri zamanlar oluyor. Ama bir şekilde ayakta kalmayı başarıyorlar. Bu kadar zorlu süreçlerden sonra bile hala ellerindeki ekonomik güç ile birçok insanın evine ekmek götürmesine vesile oluyorlar. Bu yönden bakınca onların hakkını teslim etmek ve her zaman destek olmak zorundayız.
Ancak şu da bir gerçek ki bu özel insanlar, bu kadar çileli bir yolculuğun sonunda ellerinde
bulundurdukları ekonomik güce rağmen, kendileri ile ilgili birçok yetkinliğin gelişimini ihmal etmiş
olabiliyor ve bugüne kadar ki kazanımlarına zarar verebilecek seviyede gücün kültüründen mahrum
kalmış olabiliyorlar.
Az önce bahsettiğim zehirli egoları nedeniyle maddi olarak kazanırken manevi olarak kaybetmeye
başlıyorlar. Böyle bir durumda da farkına varmadan kendi önlerindeki en büyük engelin kendileri
olduğu bir kısır döngüye girmiş oluyorlar. Yaymaya çalıştıkları otoriteye itaat ve saygı kültüründen
dolayı, bu durumu yüzlerine kimse kolay kolay söyleyemiyor. Sadece işin teknik kısmını yöneterek
başarılarını sürdürebilecekleri gibi bir yanılgıya düşebiliyorlar.
Oysa yapmaları gereken, hayat boyu gelişim felsefesi ile yaşamak için değişime açık olmak,
geribildirim almaya açık olmak, her hafta düzenli olarak gözlerini kapatıp iç yolculuk yapabilmek,
zamanın ruhuna uygun olarak gerekli olan tüm yetkinlikleri kazanabilmek, insan yetiştirmeyi
öğrenmek, daha güçlü iletişim becerilerine sahip olmak, daha yüksek motivasyonlu bir kurum kültürü
inşa etmeye çaba sarf etmek olmalıdır. Ellerindeki gücün, kendilerinden istediği bu kültürü mutlaka
anlamaları, içselleştirmeleri ve geliştirmeleri gerekiyor.
Bu nedenle de tüm patron ve yöneticilere şu cümlelerin altını çizerek aktarmak istiyorum.
Elinizde bulundurduğunuz ekonomik gücün kültürüne sahip olamazsanız, o gücü etkili bir şekilde yönetemezsiniz. O gücü zehirli miras olarak çocuklarınıza aktarırsınız. Düşük nitelikli çalışanlarınızı geliştiremezsiniz ve o gücün varlığını korumak için gerekli olan nitelikli insanları işletmenize çekemez veya tutamazsınız. Çünkü artık çok iyi biliyoruz ki, çalışanlar şirketlerini değil, patron ve yöneticilerini terk ediyor.
Patronlar ve yöneticiler, teknik becerilerinin yanına stratejik yönetim becerilerini, iletişim becerilerini,
performans ve motivasyon yönetme becerilerini ekleyebilirlerse, mevcut personellerini sürekli
geliştirip aradıkları nitelikli iş gücüne sahip olabilirler. Nitelikli işgücünü işletmelerine çekebilir veya
nitelikli işgücünü motive ederek şirketlerinde uzun süre tutabilirler.
Özetle anlatmaya çalıştığım husus, “İş hayatına, nitelikli iş gücü kadar nitelikli patron ve yönetici de
gerekiyor. Ne iş olsa yaparım diyen iş gücü kadar, ne iş olsa girişirim ve kafama göre de zehirli
egomla yönetirim diyenlerin varlığı da iş dünyası için ciddi bir sorun.” Hem de çok öncelikli ve
önemli bir sorun.
Bu vesileyle tüm patron ve yöneticilere, aşağıdaki kitapları okuyarak ve filmleri izleyerek bakış açılarını
değiş0rip aynaya bakmalarını ve şu soruyu kendilerine sormalarını isterim:
“Sen olsan, senin gibi biri ile gerçekten çalışmak ister miydin?”
